Eski bir hikayeyle başlayalım güne… Uzunca bir bir süre memleketinde kalan adam evine geri dönmüş. Karşılaştığı manzara önünde öylece kalakalmış. Evi alev almış gözünün önünde yanıyormuş. Bu şehirdeki en güzel evlerden biriymiş ve adam evini çok seviyormuş. Pek çok insan eve iki kat fiyat vermeye hazırmış, fakat adam hiçbir fiyatı kabul etmemiş ve şimdi evi gözlerinin önünde yanıyormuş. Binlerce kişi toplanmış, ama hiçbir şey yapılamamış…
Yangın o kadar ilerlemişti ki söndürülse bile artık hiçbir şey kurtarılamazmış. O sırada adamın oğlu koşarak gelmiş ve adamın kulağına bir şey fısıldamış.” Kaygılanma. Evi dün sattım ve çok iyi bir fiyata-üç katına. Teklif o kadar iyiydi ki seni bekleyemedim. Affet beni.”
Bunu duyunca adam rahatlamış ve: “Eğer onu fiyatının üç katına sattıysan çok iyi”.demiş. O zaman adam da diğer insanlar gibi izleyici olmuş. Bir dakika önce izleyici değilmiş, ev yanarken sanki içinden bir şeyler yanıyormuş. Ev aynı ev, yangın aynı yangın olmasına rağmen şimdi adam yangınla ilgilenmiyormuş. Tıpkı başkalarının eğlendiği gibi o da eğleniyor dedikodu yapıyormuş.
Derken adamın diğer oğlu koşarak gelmiş ve: “Ne yapıyorsun? Gülümsüyorsun ve ev yanıyor baba”Adam “bilmiyor musun kardeşin evi çoktan satmış yani dert benim derdim değil”demiş.
Oğlu üzgün bir şekilde demiş ki: “Satmaktan bahsetti, fakat daha hiçbir şey yapılmadı ve adam artık evi almayacak.” Adamın başına birden kaynar sular dökülmüş ve yine her şey değişmiş. Gözyaşları yeniden adamın gözlerine dolmuş. Yeniden kendi evinin telaşesine kaygısına kapılmış.
Aradan kısa bir zaman geçmiş sonra üçüncü oğlu babasının yanına gelmiş ve şöyle demiş: ” Bu adam sözünün eridir: şimdi ondan geliyorum”. “Evin yanıp yanmaması önemli değil. O benim ve anlaşmış olduğumuz fiyatı ödeyeceğim. Ne siz ne de ben evin yanacağını bilmiyorduk” demiş. Adam yine büyük bir sevinçle sadece bir gözlemci gibi olmuş. Artık yine evin yanması ona dokunmuyormuş.
Aslında gerçekte hiçbir şey değişmemiş. Sadece “Evin sahibi benim, ben evle bir şekilde özdeşim” düşüncesi tüm farkı yaratıyormuş. Hemen ardından şöyle hissetmiş adam,”Ben özdeşleşmiyorum: Başka biri aldı evi, benim onunla bir ilgim yok. Ev yanarsa yansın.”
Her şey bu kadar aynıyken, ortada yanan bir ev varken, “sahip olma” hissi nasıl kör edebiliyor nasıl insanca düşünmenin önüne ket vuruyor değil mi? Bir şeylerle özdeşleşmek, objektif bakmamızı engelliyor… Hepsinin bir gün yok olacağını(insanın bile) düşünerek yaşamalı, sahip olma gibi hırslarımızın bizi etkilemesine izin vermeden, duyarlı bir şekilde davranmalıyız… Dilerim bu ve benzer sınavlar yaşanmaz…
Kaynak:Bilinmiyor(alıntıdır)
Hikayedeki adamın durumu bana göre sahiplenmek değil. Şerefeni kaybetmiş bir adamın durumudur. Realite sahiplenmeden bahsedersek anne ve yavrusu arasındaki sahiplenmeyi realite bir sahiplenme olarak ifade edebilirim.
Anlatmak istediğinizi biraz rahatsız etmek istedim. Ve sahiplenmeyi sosyal yaşamın içinde kategrorize edebiliriz. Gerçi artık her şey birbirine girdi. Yani, yalanla dürüstlük bir oldu, kötüyle iyi kol kola yaşamı devam ettiriyor gibi.
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali. Fakat yılan bize dönünce iş işten geçmiş oluyor. Bazı değer yargıları acı, sevgi, adalet gibi kavramların olumlu veya olumsuz sonuçları evrensel olmalıdır. Lakin bireysel başarı ve menfaatlerimiz bu değer yargımızın önüne geçmekte..
Özellikle çalışma hayatında çok karşılaştığımız özellikle yöneticilik yapan kişilerde görülen bir durum..
Derdini derdi kabul edebilecek bireylerin yetiştirmek önemli olan. Aile, eğitmenlere çok iş düşmekte..
Bu konudaki naçizane fikrim. Sevgi ile kalın..
Bence bütün mesele empati duygusunun gelişmemesi.Empati yapmak , olaylar karşısında doğru düşünmemizi sağlayan tek davranış şeklidir.