Kendinizi harika bir doğanın içinde bulacağınız, bir yolculuğa çıkıyoruz…
Arkanıza yaslanın ve Amazon esintisinin tadını çıkarın…
Amazon nehri, Nil Nehrinden (6695 km) sonra en uzun nehir. Tam 6440 km. İsmini Anadolu’nun mitolojik savaşçı kadın kavminden almakta. Bu efsanevi nehri keşfe çıkan bilinen ilk Avrupalı denizci, Kolomb’la beraber buraya gelen kaptanlardan Vincente Yanes Pinzon’dur. Ancak nehrin adını almasını sağlayan kişi ise, Francisco de Orellana olarak bilinmektedir. Orellana, Francisco Pizarro ile birlikte İnkaların kayıp şehri “El Dorado” yu aramaya çıktığında, belli bir süre sonra gruptan ayrılmış ve yeni yaptığı tekneyle beraber ilerlerken de sayısız tehlikeler atlatmış. Bu tehlikelerden birinde tamamının kadınlardan oluştuğu savaşçı bir kavime rastlamış ve bu hikâye zaman içerisinde nehre Amazon isminin verilmesine neden olmuş. Bu nehir; Atlantik Okyanusuna saniyede boşalttığı 116.000 ton su ile de dünyanın en büyük akarsuyu olma özelliğine de sahip aynı zamanda… Peru’nun Arequipa bölgesinde Pasifik Okyanusundan sadece 190 km uzakta, And Dağlarından doğan bu nehir, neredeyse tüm kıtayı dolaşarak, Brezilya’dan kıyı mesafesi 320 kilometreye ulaşarak okyanusa dökülmekte. Ortalama 200mlik derinliğiyle bizim bulunduğumuz, gene Amazon’un önemli kollarından Nanay ve Itaya’nın nehirle birleştiği Iquitos şehrine kadar (ki bu yarı mesafe anlamına geliyor) büyük gemilerin ulaşımına olanak sağlamakta olduğu söyleniyor. Uçaktan yani gökyüzünden, birçok değişik kollarla beslenen bu nehri bütün haşmetiyle izleyebiliyorsunuz.
Amazonlarda, iki farklı gezi organizasyonu mümkün. İsterseniz Iquitos’ta dahi konaklayarak doğal parklarda canlı türlerini görebilirsiniz. Bir diğeri de, orman içindeki “Lodge” diye tabir ettikleri otellerde doğal hayatı görme şansı sunan yapıtlarda kalabilme imkanı. Şehirden hareket ederek gidebileceğiniz mili parklar bulunuyor. Buralarda çok çeşitli hayvan türleri bulunmakta. Amazonlar hem hayvan hem de bitki çeşitliliği açısından dünyanın en zengin bölgesi, örneğin Amerika’da yaşayan 800 çeşit kuşun yaklaşık 500 kadarı bu bölgedeymiş. Diğer taraftan doğal yaşamı görmek isterseniz olay biraz şansa kalmış. Bu bölgede yaşayan en tehlikeli canlı insan olduğu için hayvanlar en çok insanların bulunduğu bölgeden kaçıorlar. Buranın halkı Iguana’dan Piranha’ya “Amazon’dan ne çıkarsa yiyor”. Tabii burada bulunduğum için açıkçası bende mümkün olanları denemek isterim. Aldığım bilgilere göre maymun ve iguana yemek neredeyse imkânsız. İguana çok azalmış ve maymunlarında belli türleri yeniyor ve dip taraflarda bulunması mümkün, timsah ve piranha ile idare etmek durumundayım.
Biz doğal yaşamı görecek bir turu tercih ediyoruz. Bizim yapacağımız tur da, turistik bir organizasyon esasında. Ne Amazonların derinliklerinde dünyanın en büyük yılanı on metrelik Anakondalar, ne de sekiz metrelik siyah timsahlar göreceğiz. Sabah 9’da otelden rehberimiz Tito bizi alıyor ve eşyalarımızı acentenin emanetine bıraktıktan sonra el çantalarımızla teknemize hareket ediyoruz.
Tito, 22 yaşında, ormanda ufak bir köyde doğmuş, iki senedir rehberlik yapan genç bir delikanlı… Temiz yüzlü ve iyi İngilizce konuşuyor. Bence bölgedeki deformasyonu ve yıkımı güzel özetliyor; Doğduğu zaman köyünde sadece 8 adet ev varken şu anda köyü, bin beş yüz kişilik bir nüfusa ulaşmış. Bizim bulunduğumuz, Loreta bölgesinin başkent, Iquitos’un ise günümüzdeki nüfusu beş yüz bin. Yapılan hesaplara göre bu hızla nüfus artışı ve yıkım devam ederse 21. yy sonunda ormanların üçte birlik bölümü tamamen yok olacak…
Iquitos’tan kalacağımız otele kadar yaklaşık iki saat süren bir tekne yolculuğuyla ulaşıyoruz.. Otelimiz, Amazon’un Taripa isimli çok ufak bir kolunun üzerinde yer alıyor. Nehrin yol boyunca yüzlerce kolu var ve bunların bazıları kendi başlarına bile nehir kabul edilebilecek kadar büyük. Altı tanesinin uzunluğu 1600 km üzerinde. Bizim otelin bulunduğu kol ise oldukça ufak, bir çay boyutunda. Nehir kenarında ve kollar üzerinde yüzlerce otel bulunuyor. Üstelik yüzme havuzlusundan, jakuzilisine kadar ne isterseniz mevcut. Ancak biz olabildiğince doğal sayılabilecek bir ortamda kalıyoruz, öyle ki elektrik dahi yok bizim kaldığımız mekânda.
Otelimize eşyalarımızı koyup, öğle yemeğimizi yiyoruz ve ilk gezimize başlıyoruz. Programımız iki aşamalı. Birinci kısımda yürüyerek orman içinde canlı türlerini ve maymunları görmek için otelden hareket ediyoruz. Ormanda bir saat kadar dolaşmamıza rağmen sonuç sıfır, hiçbir maymun sürüsüne rastlayamıyoruz. Görebildiğimiz sadece börtü böcek ve ağaçlar, Tito bize karınca çeşitlerini ve ağaçları anlatıyor. Tam bana göre bir olay geri döndüğümüzde dahi hepsini çoktan unutmuştum. İkinci kısımda otelin önündeki kayığa binip nehirden Amazon’a kadar ilerliyoruz, yolda sadece “Tembel Hayvan” diye adlandırılan, Koala benzeri hayatını hareket etmeden sadece bir dalda yaprak yiyerek geçiren bir hayvana rastlıyoruz. Kaçsa o da gidecek ama takati yok hareket etmeye. Gündüzün tek heyecanlı olayı dönüşteki yüzme molası oldu. Bizim otelin bulunduğu kol aynı zamanda piranhaların da yaşadığı bir alan ve orada yüzme molası verdik. Açıkçası tehlikesi yok, Piranhalar eğer bir yeriniz kanamazsa tehlikeli değiller ama gene de aynı suda piranhaların yaşadığını bilmek insanı geriyor. Suya atladığınız zaman gözünüzü açtığınızda bir metre önünüzü bile görememek tedirginlik yaratıyor, suda fazla kalmak istemiyor insan.
Akşam yemeğinden sonra ise bu sefer böcek aramaya çıkıyoruz. Esasında hiç benim tarzım değil ama herhalde madem parasını verdik gidelim mantığıyla en önden ben gitmek istiyorum. Orman gündüze göre daha keyifli. Ama en büyük sıkıntı sinekler. Gündüz her yerimize sinek ilacı sürmemize rağmen pantolonun, tişörtün üzerinden Tarantula yemeyi bile başarıyordu hayvanlar Üstelik gece gündüzden beter… Montumu başlığını dahi kapatarak girmek zorunda kalıyorum ve kan ter içinde “Tarantula” aramaya başlıyoruz. Otelden çıktıktan sonra biraz ilerde bir ağacın üzerinde var bir tane. Sineklerle beslendikleri için gündüzleri fazla ortaya çıkmazlarmış, gece çok daha fazla sinek var nasılsa. Başka bir ağacın üzerinde de akrepleri görmemize rağmen yılmıyor ve her yanımız sinekler tarafından ısırılıncaya kadar devam ediyoruz. Yolda bir tane de kurbağa gördükten sonra otele dönüş yapıyorz. Odaya vardığımızda Tarantula aramak için o kadar eziyete gerek olmadığının farkına varıyoruz. Çünkü odaların dış duvarında bir tane duruyor…
İkinci günümüzde hedefimiz “Yunuslar”. İki çeşit yunus yaşıyor Amazon Irmağında; Pembe ve Gri Yunus. Tito bizi sabahtan bir köye götürüyor, güya yunuslar gelecek ve biz beraber yüzeceğiz. Öğreniyoruz ki tatlı su yunusları açık deniz yunusları gibi insan canlısı değilmiş. Titonun tüm ıslık çalmalarına ve hatta suya girip el çırpmasına rağmen hiçbir yunus gelmiyor. Son çare olarak Murat’la ben köyden hediyelik kolye alıyoruz (iyi niyetimiz anlaşılsın diye), ama sonuç gene nafile. En sonunda otele geri dönerken yunuslar halimize acıyorlar ve bize bir tanesi sırt yüzgecini gösteriyor, hedefimize ulaşıyoruz.
Öğleden sonra gezinin en güzel kısmı yaşanıyor. “Centro Amerika” isimli bir köye gidiyoruz. Bu bölgede her köyün ismi bir bölge veya ülke şeklinde, Türk köyü de varmış. Bizim köy otele yakın ve hatta çalışanların da büyük bir kısmı bu köyden. İçeride biraz turladıktan sonra köyün gençleriyle futbol maçı yapıyoruz. Maç parasına ama Murat’la beni sanırım fasulyeden sayıyorlar. Gene de maçı benim asistim sayesinde 2-1 kazanıyoruz, dönüşteki Sultani turnuvası için form tutuyorum. Dönüşte hava kararmaya başlamış durumda dört kişinin zor bindiği bir kanodayız biraz tedirgin sürüyoruz. Gerçekten kano çok dengesiz bir alet ve ağaçların arasından geçerken binlerce tehlike yaşanabilir. Sonuçta 50 m çapımızda avlanmaya çalışan binlerce çeşit canlı var. Birde bizi tehlike olarak değil yem olarak gördüklerini düşünürsek…
Akşam yemeğinden sonraki bizi bekleyen ise “timsah avı”. Otelden hareket ederken şoku yaşıyorum; bugün dengesiz bulduğum o kanoyla hareket edeceğiz, üstelik gecenin karanlığında… Kapkaranlık sular, altımızda piranhaların olduğunu bilmek ve avlanmak için nehre gelen timsahları aramak akıl karı değil esasında. Nehrin üzeri tamamen “su leylağı” isimli bitkilerle kaplanmış durumda. Ortam Amerikan yapımı gerilim filmlerine uygun. Aklıma MTV’ de yayımlanan bir program geliyor, insanların hayati tehlike karşısında dayanmaları üzerine kurulu, ben bu suda on dakika yüzdürürdüm… Belli bir süre dolaşıyoruz, bir tane beyaz timsah görüyoruz. Görüyoruz derken gece görmek hayvanı zaten na-mümkün, sadece kırmızı gözlerini zar zor seçebiliyorsunuz. Ben gündüz dahi doğru düzgün göremezken geceleyin haliyle çok daha fazla zorlanıyorum. Bir noktadan sonra artık çok ilerleyince olaya müdahale edip tekneyi otele geri döndürüyorum. Gece karanlığında, tehlikeli sularda, dengesi olmayan bir kanoda bulunmak beni rahatsız ediyor. Üstüne üstlük hiçbir şekilde bilgim ve eğitimim olmayan bir konu, panik anında istenmeyen şeylerin yaşanması mümkün. Diğerleri benle korktuğum için dalga geçiyorlar hafiften ama umursamıyorum, kontrollü olmak gerekiyor bence.
Son günümüzün macerası ise “Piranha avı”. Gene dengesiz kanomuza dört kişi doluşup otelden biraz ilerde ağaçların arasında Piranha avlamaya gidiyoruz. Olta olarak kamışın ucuna bağlanmış misinalarımız bulunmakta, yem olarak ise tavuk parçaları kullanıyoruz. Yakalamak için oltayı suya sallandırdıktan sonra kamışın ucuyla suyu çırpmak ve piranhaların sese gelmesini sağlamak gerektiğini öğreniyoruz. Bir kere vurmaya başladı mı da hızlı bir şekilde çekerek iğneyi hayvanın ağzına takılmasını sağlıyoruz. Tabi yakalama şansımız olursa… Böylece öğlen yemeğinde piranha ziyafeti hayalleri kuruyoruz. İşin komik yanı biz piranha yakalama için uğraşırken 100 m ilerde insanların gene aynı suda yüzüyor olmaları. Düşünüyorum da, biz de bir gün evvel yüzmüştük aynı yerde… Ancak üç saat süren piranha avımız açıkçası piranha besleme seansına dönüşüyor, hiç birimiz yakalayamıyoruz. Sadece Yekta bizim zamanında Marmara’da yakaladığımız Lapin benzeri bir balık yakalıyor ve kazandığı için çok mutlu oluyor. Balığı nehre geri salıp otele dönüyoruz…
Öğleden sonra turumuz bitiyor. Piranha yiyemeden otelden ayrılıyoruz ve iki saatlik yolculuktan sonra Iquitos’a ulaşıyoruz. Tito’ya piranha yeme şansımın olup olmadığını soruyorum, hiçbir restorantta bulunmadığını öğreniyorum. İnsanlar genelde piranhayı balık yemi olarak kullanırmış, çok fazla bir şey kaçırmamışım herhalde. Bende zarar görmediğime göre… Ancak akşam Tito bizi kaplumbağa ve timsah yiyebileceğimiz bir restorana götürüyor ve ikisini de tadıyoruz. Timsah eti beyaz et. Tadı fena değil, balıkla tavuk arası bir lezzeti var. Kaplumbağa olarak kara kaplumbağası yiyoruz. Tadı dana etini andırıyor, kimin önüne koysanız farkına varmadan yiyebileceği yemeklerden…
Bir başka gezide görüşmek ümidiyle…
Amazonlar (Iquitos / Peru)
Tulga Ozan/Gezgin-Rehber
Ben de istiyoruuuum. :))